Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

11 Haziran, 2011

"Serdar Ortaç-Another Brick In The Wall" Cover'ı ve Seçme Ekşi Sözlük Yorumları

http://www.youtube.com/watch?v=UrdbP-EcP6g

1. Hayaldi gerçek oldu,
2. David Gilmour'dan Serdar Ortaç'a tokat gibi cevap ; "Biz karabiberim söylüyo muyuz lan pezevenk" :)
3. Darkas Kazım kim lan?
4. Buralara buralara buralara... :)
5. Serdar seni çöpe atacağım poşete yazık,
6. hemşo bu da benden: "doktor daktır liv dı kılasrum"
7. Olay bir devlet okulunda geçiyor sanırım :))))
8. Kimse de kalkıp demiyor ki aga bu nedir? :))
9. Who the fuck is Serdar.
10.doktor ne arar la klasrumda hahahhahaha
11.dinledikten sonra planking yapasım gelmiştir.
12.Şimdi elindeki mikrofonu yavaşça yere bırak, :))

08 Haziran, 2011

Bir Dilek Tut

İş hayatı, aile hayatı, sosyal çevre, aşk-meşk, iktidar-muhalefet, diziler derken, gün geçtikçe artan uğraş ve sorumluluklarımızın altında boğulduğumuz şu günlerde kafayı kaldırıp önce kendime sonra çok sayıda insana çok basit bir soru sordum; "Hayattaki En Büyük Hayalin Nedir?"

Bizzat kendimin ve gözlemleyebildiğim kadarıyla yakın çevremdeki herkesin içinde bulunduğu genel bir memnuniyetsizlik halinin sebebini merak ettim aslında. Yaptığımız herşey özünde kendimiz içinken nasıl olurdu da hepimiz birden hayatlarımızdan bukadar şikayetçi olabilirdik. İki satır kitap okumaya bile fırsat bulamazken pardon ama mutlu değilsek biz ne yapıyorduk??

Hayallerinin neresindesin dedim önce kendime,
Biraz yolum var belli ki ekşittim suratımı kendi kendime...
Yine de çok şükür halime,
Ne cevaplar geldi hayaller üzerine...

Hayattan beklentileri değişkenlik gösteren ben, "en azından özlemini duyduğum ya da başka bir deyişle nefesimde eksikliğini hissettiğim mümkün ya da namümkün şeyleri tanımlayabiliyorum" derken, şu üç günlük dünyada (ortalama ömrün 69 yıl olduğu ülkemizde) hayallerinin gerçekleşmesi için emekliliği bekleyen akranlarıma göre şanslı mıydım acaba? Kısa vadeli hedeflerimin olması görece iyi miydi yoksa diğerleri dönemsel hayallerine kavuştukları için ve ben daha bu yaşta hayallerime bu kadar uzak olduğum için çuvallamış mıydım? Bunu anlamak için "para" kısıtını ortadan kaldırmak zorundaydım. İnsanlara sınırsız para ve parayla satın alınabilecek herşeyi verdim, genç yaşta emekli ettim ve tekrar sordum; "Başka?". İşte bu noktada kimilerini yürekten kutladım kimilerine de sınırsız parayla birlikte bol şans dağıttım.

Top yekun ademoğlu olarak çok sığ bir rutinin içine ziplendiğimiz için ve yegane hedefimiz kazandığımız üç kuruşun tüketimini "çocuklarımızla yeriz" diyerekten geleceğe öteleme dürtüsü olduğu için ufku daralan beyinlerimizi kısıtlamadan sınırsızca hayal edebilmek, insanların zihinlerini kısıtlamalarına engel olmak, hayallerini özgür bırakmak istedim. Mesela bayanların evli-mutlu-çocuklu odaklarını, "kuş gibi uçup o namussuz kimle ne yapıyor bakmak istiyorum"a, erkeklerin "tam donanımlı" BMW(!)* rüyalarını ise "dünyanın öbür ucuna (mümkünse Rusya'ya) ışınlanıp bu lanet kadından kurtulmak istiyorum"a dönüştürmeye çalıştım. Gözlemlerimle biraz eğlendim, biraz üzüldüm. Konuşma tonu bile doğuştan detone olan arkadaşlarımın rock şarkıcısı olma hayalleriyle tebessüm ettim; onları hayal ettim. Daha önce hayallerini sorgulamamış arkadaşlarıma ilk defa kendi içlerine dönme şansı verdiğimi gördüğümde, dahası hayallerine çok uzak olduklarını sayemde farkedip radikal kararlar aldıklarında onlar adına çok mutlu da oldum. Ama ağır bir "kendine" geç kalmışlık hissiyle "yeniden doğmak istiyorum" cevabı beni biraz sarstı doğrusu. İnsanoğlu... Herkes geçmişinde bir döneme sünger çekmek ister ama bütününü silip atmak istemek, kutulanıp anadan babadan saklanacak tek bir fotoğrafın, mektubun, tebessümün olmaması ya da varsa da bu kadar kolay gözden çıkarılabilecek kadar değersiz olması bana biraz imkansız geldi. Bu olsa olsa hayattan keyif almayı ve geçmişini kucaklamayı bilmemekti ki acaba yeniden doğmak neyi değiştirirdi?

Ben dahil çevremdeki pek çok insanın zihninin sınırlarını zorlamadığını gördüğüm için, Kuş olup uçmak, at olup koşmak gibi insanın derinliğini ele veren ama ne yazık ki ütopik olan hayalleri bir kenara bırakırsak, pek çok arkadaşım gibi benim de en büyük reel beklentilerimden biri hayatımı başkalarının beklentilerine göre değil de tamamen kendi isteklerim doğrultusunda yaşayabilmektir. Basit gibi görünse de, alt notalarında ne paranın ne pulun ne de sandal ağacının olmadığı bu hayal aslında dünyanın gerçekten en zor işi. İmkanlar dahilinde doğrudan ve sadece kişinin direksiyon hakimiyetiyle alakalı olup, çizgilerin dışına taşmadıkça ve hatalı sollama yapmadıkça insanoğluna en büyük hazzı verecek olan da budur.

O değilde sizce de kendimizi çok yalnız bırakmıyor muyuz? İşten arta kalan oldukça kısıtlı zamanlara sıkıştırıyoruz en sevdiğimiz şeyleri. Sevgilimizin, eşimizin, annemizin babamızın kabullenmesini bekliyoruz hayatımızdaki öncelik sırasının üçüncü belki dördüncü belki daha da geri sıralarında oluşlarını. Ne acı. Daha bakışlarına şuur konmamış bebeklerimizin işten eve geldiğimizde çılgın gülücükler atarak bizi karşılamasının, kısıtlı algılarına rağmen bize duydukları özlem duygusunu hissetmenin, gıdısına burnumuzu sokup derin bir nefes almanın bize verdiği hazzı 1-2 saate sıkıştırmaya mecbur hissediyoruz. İş perdesini nam-ı diğer parayı çiçeği burnunda ilişkilerimizin heyecanını göremeyecek ve hunharca harcayacak kadar indiriyoruz gözlerimizin üstüne. Bir tuvalin, fırçanın, boyanın şövalenin münasip yerlerinde hiç kımıldamadan aylarca yıllarca kalıp tozlanması, mürekkebin defterin sayfalarında değil de kalemin içinde kuruması, üç tarafı denizle çevrili bir ülkede yüzgeçlerin su görmemesi, yelkenlerin "fora" diyemeyip çatı katını boylaması... Hepsi mecburen; mecburiyetten. Biz mi hayatı yaşıyoruz, hayat mı bizi belli değil.

Hayattan beklentilerimizin temelinde para olmasa, hayatın bize para karşılığında koyduğu bu kuralların bu denli tutsağı olmazdık halbuki. Evet parasız olmaz ama ne kadar para istediğimiz hayattan ve sevdiklerimizden ne kadar vazgeçtiğimizin göstergesi. Düşünüyorum da, varlıklı bir ailenin tekne kazıntısı, ailenin tüm varlığının tek varisi, evin prensesi ve aslan burcu, marka tutkunu, lüks düşkünü bendeniz, sevgilimin dünden bugüne artan bir tel beyaz saçını farkedebilmek, "keşke sıkı giyinseydinde hasta olmasaydın" demek yerine üşüdüğünü farkettiğimde ceketini omzuna atabilmek, son günlerde neler yaptın diye sormak yerine her gününün en yakın şahidi olmak, geleceğe eriştiğimizde onun geçmişinin kısa ve öz telefon görüşmelerinin ötesinde somut anılarla perçinlenmiş bir parçası olmak, kısacası "hayatımdaki insan" dediğim kişiyi hayatımda tutma çabası vermek yerine gerçekten hayatında olmak için vazgeçemeyeceğim dönen ya da duran varlık yok.

Ben uyandığımı düşünüyorum,
Belki de yeni açtım hayata gözlerimi,
Anlatmak için uğraşacağım kendimi,
Anlamayanlar yeniden doğup gelsinler emi?

02 Haziran, 2011

Kaybedenler Kulübü'nün En Sevdiğim Karakteri ; MURAT

30-35 yaşlarında, Kaan'ın evine misafir olarak gelmiş ama hiç gitmemiş, sürekli evde kalıp, hiç dışarı çıkmayan çevirmen arkadaşı. Günde bir sayfa çeviri yaptıktan sonra uzun ama çok uzun bir dinlenme molası verip, sabahtan akşama kadar aynı berjerde oturup, televizyon izleyen, çay içen hiçbir şeyi ve kişiyi kafaya takmayan, sakin hatta insanı çıldırtacak kadar sakin ve geniş bir adam. Televizyonun karşısında durmadan pomponlu kukuleta gibi değişik kıyafetler giyiyor.http://www.kaybedenlerkulubufilm.com/