Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

13 Aralık, 2011

Bir Dilek Tut-v.2

İş hayatı, aile hayatı, sosyal çevre, aşk-meşk, iktidar-muhalefet, Fatmagül-Hürrem derken, gün geçtikçe artan uğraş ve sorumluluklarımızın altında boğulduğumuz şu günlerde kafayı kaldırıp önce kendime sonra çok sayıda insana çok basit bir soru sordum; "Hayattaki En Büyük Hayalin Nedir?"

Bizzat kendimin ve gözlemleyebildiğim kadarıyla yakın çevremdeki pek çok kişinin içinde bulunduğu genel bir memnuniyetsizlik halinin sebebini merak ettim aslında. Yaptığımız herşey özünde kendimiz içinken nasıl olurdu da hepimiz birden hayatlarımızdan bu kadar şikayetçi olabilirdik. İki satır kitap okumaya bile fırsat bulamazken pardon ama mutlu değilsek biz ne yapıyorduk?

Hayattan beklentileri dönem dönem değişkenlik gösteren ben, "en azından özlemini duyduğum ya da başka bir deyişle nefesimde eksikliğini hissettiğim mümkün ya da namümkün “temel” şeyleri tanımlayabiliyorum" derken, şu üç günlük dünyada (ortalama ömrün yaklaşık 73 yıl olduğu ülkemizde) hayallerini emekliliğe endekslemiş ya da bu soruyu daha önce hiç sorgulamamış akranlarıma göre şanslı mıydı acaba?

Top yekun ademoğlu olarak çok sığ bir rutinin içine sıkıştırıldığımız için ve yegane hedefimiz kazandığımız üç kuruşun tüketimini "çocuklarımızla yeriz" diyerek geleceğe öteleme dürtüsü olduğu için ufku daralan beyinlerimizi kısıtlamadan sınırsızca hayal edebilmek, kendilerine bu soruyu yönelttiğim kişilerin hayallerini herhangi bir kısıta bağlı olmaksızın, tamamiyle özgür bırakarak çok önemli olduğunu düşündüğüm bu konuyu irdelemenin yanında biraz da eğlenelim istedim. Mesela bayanlar evli-mutlu-çocuklu odaklarının yanında acaba görünmez olup eşlerinin iş seyahatlerine gitmek isterler mi ya da erkekler tam donanımlı otomobil hayallerine ve hız tutkularına ışınlanmayı eklerler mi acaba diye merak ettim. Gözlemlerimle biraz eğlendim, birazda üzüldüm. 

Normalde sesinin rengine hiç güvenmeyen, konuşurken bile detone olabilen insanların sihirli bir çubuk yardımıyla rock şarkıcısı olmak, kilosuyla ya da iştahıyla başı dertte olanların kilo vermenin sınırsızca yiyerek sağlanabildiği bir bünyeye sahip olmak, özgürlüğüne düşkün bireylerin kuş gibi uçabilmek, hayata doyamayanların ölümsüz olmak gibi hayalleriyle tebessüm ettim. Daha önce hayallerini sorgulamamış arkadaşlarıma ilk defa kendi içlerine dönme şansı verdiğimi gördüğümde, dahası hayallerine çok uzak olduklarını bu minik soruyla farkedip hayatlarıyla ilgili radikal kararlar aldıklarında onlar adına çok mutlu da oldum ama bir “yeniden doğma hayali” var ki beni fazlasıyla düşündürdü doğrusu. Büyük bir pişmanlıkla ya da pişmanlıklarla gelen bir “geçmişi çöpe atma” güdüsü müydü yoksa birikmiş tecrübelerle “daha iyiye ulaşma” güdüsü mü bilemiyorum ama yeniden doğma durumunda, hiç bir şeyin eskisi gibi olmayacağı varsayımım altında ve iyisiyle kötüsüyle ben geçmişimden vazgeçmeyip sadece bu hayatımın kalanını yaşamayı tercih ederim.
Dünya Barışının da ütopik bir hayal olarak cevaplar arasında yer aldığını da ufak bir dip not olarak belirtmek isterim...
“Kuş olup uçmak, at olup koşmak” gibi ne yazık ki ütopik olan bu hayalleri bir kenara bırakırsak, bu soruyu yanıtlayan pek çok insan gibi benim de en büyük reel beklentilerimden biri hayatımı başkalarının beklentilerine ve  kurallarına göre değil de tamamen kendi isteklerim doğrultusunda yaşayabilmektir. Basit gibi görünse de, alt notalarında ne paranın ne pulun ne de sandal ağacının olmadığı bu hayal aslında dünyanın gerçekten en zor işi. İmkanlar dahilinde doğrudan ve sadece kişinin direksiyon hakimiyetiyle alakalı olup, çizgilerin dışına taşmadıkça ve hatalı sollama yapmadıkça insanoğluna en büyük hazzı verecek olan da budur diye düşünüyorum.
Pek çok insanda var olduğunu düşündüğüm genel menuniyetsizlik halinin sebebi ise kendimizi çok yalnız bırakmamız olsa gerek. İşten arta kalan oldukça kısıtlı zamanlara sıkıştırıyoruz en sevdiğimiz şeyleri. Sevgilimizin, eşimizin, çocuğumuzun, annemizin, babamızın kabullenmesini bekliyoruz hayatımızdaki öncelik sırasının üçüncü belki dördüncü belki daha da geri sıralarında oluşlarını. Daha bakışlarına şuur konmamış bebeklerimizin işten eve geldiğimizde çılgın gülücükler atarak bizi karşılamasının, kısıtlı algılarına rağmen bize duydukları özlem duygusunu hissetmenin, gıdısına burnumuzu sokup derin bir nefes almanın bize verdiği hazzı 1-2 saate sıkıştırmaya mecbur hissediyoruz. İş perdesini çiçeği burnunda ilişkilerimizin heyecanını göremeyecek ve hunharca harcayacak kadar indiriyoruz gözlerimizin üstüne. Bir tuvalin, fırçanın, boyanın; şövalenin cebinde hiç kımıldamadan aylarca yıllarca kalıp tozlanması, mürekkebin defterin sayfalarında değil de kalemin içinde kuruması, üç tarafı denizlerle çevrili bir ülkede yüzgeçlerin su görmemesi, yelkenlerin "fora" diyemeyip çatı katını boylaması... Hepsi mecburen; mecburiyetten. Biz mi hayatı yaşıyoruz, hayat mı bizi belli değil.
İmkanların kısıtlı oluşu aşikar ama en azından mevcut imkanlarla en iyiye ulaşabilmek için bir şeyler yapmalı. Memnuniyetsizliklerimizi dile getirmek bizi sonuca götürmüyor. Önceliklerimizi gözden geçirmeli, eksikliklerimizi tanımlamalı ve şikayetlerimize son vermek adına işe bir dilek tutmakla başlamalıyız. Siz hiç sordunuz mu ya da en son ne zaman sordunuz kendinize "Hayattaki en büyük hayaliniz ne?"

23 Kasım, 2011

SAĞLIĞINIZ İÇİN ARA ÖĞÜNLERE DİKKAT EDİN

Özellikle kilo vermek istediğimiz zamanlarda uzmanlar “mutlaka uyulması gereken bir kural” olarak bize sunduklarında hayatımıza girer ara öğünler. Dilediğimiz kiloya ulaşana kadar bu altın kuralı uygulamaya çalışırız. Ama genelde alışkanlıklarımıza yenik düşüp, diyetin sonuna kadar bile istikrarı sağlayamayıp, fosforlu kalemlerle en rahat görülebilecek yerlere yazılan tüm hatırlatma notlarına rağmen unutup yarıda keseriz. Oysa ki sadece kilo problemi olanların değil, sağlıklı beslenmek adına her bireyin ara öğün alması gerekmektedir. Zaten ideal kiloya ulaşmanın ilk ve en önemli basamağının sağlıklı beslenmek olduğu beslenme uzmanları tarafından her fırsatta dile getiriliyor.
İki öğün arasındaki zamanın uzaması metabolizma hızımızın, başka bir deyişle vücudumuzun kalori harcama potansiyelinin düşmesine neden oluyor. Öte yandan kan şekerimiz düşüyor ve bir sonraki öğünde normalden çok daha fazla yememize bile neden olabiliyor. Böylelikle kilomuza dikkat edelim derken büsbütün kilo alma riskiyle karşı karşıya kalıyoruz.
Sabah, öğle ve akşam olmak üzere 3 ana öğünümüzün yanında, kuşluk, ikindi ve gece olmak üzere 3 de ara öğünümüzün olması gerektiği söylenir. Tabi bu öğünlerde neler yemek gerektiği kişiye göre değişiklik gösterir. Diyet yapanların kalori hesabı yaparak daha kontrollü olmaları gerekirken, formunu korumak isteyen ya da sadece dengeli beslenme alışkanlığı kazanmak isteyen kişiler biraz daha rahat tercihler yapabilirler. Ancak, hiç bir koşulda ara öğün denilince akla gelen abur cubur olmamalıdır ve "light" adı altında satılan ürünlerin de fazla tüketiminin bizlere yağ olarak geri döneceği unutulmamalıdır.

Diyetlerde sıklıkla önerilen ara öğün besinlerinden bir kısmını, önerilen ortalama miktarlarıyla birlikte sizler için seçtim. Başlangıç olarak bu sağlıklı seçimleri tüketmeye başlayabilirsiniz ancak benim sizlere önerim en kısa zamanda bir diyetisyenle görüşürüp, sağlıklı beslenmeyi alışkanlık haline getirmek için bir adım atmanızdır. Lütfen bu iyiliği kendinize yapın.

 Sıklıkla Önerilen Ara Öğünler;
·         4 kuru kayısı ve 4-5 adet fındık,
·         1 su bardağı light süt ve 1 adet taze meyve,
·         2 adet grissini ve 1 bardak ayran
·         1 kutu meyveli yoğurt ve 4-5 fındık,
·         4 adet light bisküvi ve 1 bardak light süt,
·         2 yemek kaşığı kuru üzüm ve 2 tam ceviz.

19 Eylül, 2011

Sil Baştan-Ken Grimwood

Baştan sona son derece etkileyici ve sürükleyici bir kitap. 40'lı yaşlarında öldüğünü zannedip defalarca gençliğine dönen ve yeniden yaşamaya başlayan bir adamın, her tekrarında neler hissettiği ve farklı deneyimlerle dolu hayatlarına bakışı anlatılıyor. Kısa bir zaman dilimine sıkıştırılmış bu sonsuzluğu hayal etmenizi sağlıyor yazar. "Ben olsaydım" diyorsunuz her seferinde. Bazen ürkütücü, bazen yorucu ve sıkıcı geliyor bu tekrarlar... Başta okuyucuya sorumluluklarını bir kenara bırakıp hayatı gelişine yaşama güdüsü veriyor ama sonrasında bu içi boş yaşam tarzının böylesi bir sonsuzlukta bile nekadar sıkıcı olduğunun mesajını veriyor. Kitabı bitirip kapattığınızda bu döngülerin içinde savrulmuş, ne yapacağını bilememiş ama her tekrarını en iyi şekilde yaşamaya çalışmış kahramanlarla birlikte sizde geri kalan zamanınızın önemini ve bu zaman içerisinde nelere önem vermeniz gerektiğini sorgulamış oluyorsunuz.

06 Eylül, 2011

Değersizlik duygusu ile yüzleşmek…


Değersizlik duygusu, bir insanın içsel olarak kendisini diğer insanlardan daha değersiz bir varlık olarak algılamasıdır.
Kendisine değer vermeyen insanlar fazla ödün veren, fedakâr görünen, hayata ve insanlara tahammül eden ve gizli düşmanlık besleyen insanlar olarak karşımıza çıkabileceği gibi fazla özgüvenli, kendinden emin ve kendisini diğer insanlardan üstün gören kişiler de olabilirler.

Her iki durumda da aşağılık ve üstünlük hissi aynı güvensizlik enerjisinden beslenir. Bu insanların ortak özelliği kendilerini koruduklarını varsaydıkları maskelere sahip olmalarıdır. Değersizlik duygusunun getirdiği benmerkezci bir koruma kalkanına sahip olduklarından, diğer insanlara samimi bir sevgi duyamaz ve onları anlamak için çaba göstermezler ve bütün bunlar tekrar değersiz ve suçlu hissetmelerine neden olur.
Değersizlik duygusu içinde ki insanların davranışlarında hoşgörüsüzlük, kişilerin küçük düşmesine derinlerde duyulan mutluluk, kabahatleri büyütme ve ortaya çıkarma isteği hakimdir. Çünkü ancak çevrelerinde ki insanları değersizleştirerek kendi değersizliklerini unutabilir ve güven kazanırlar. Oysa ki hayat derinlerdeki niyetlerimizin karşılığı ile bizleri cezalandırır ya da ödüllendirir. Hayatı ödüllerle yaşamak için varoluşumuzun getirdiği sorunlara güvenli ve gerçekçi yaklaşabilmemiz gerekir. Başarısızlığın başarı, acıların da mutluluk gibi hayatın doğal bir parçası olduğunu kabul etmek, gerçeklerden kaçmamak gerekir.
Değersizlik duygusundan uzak kalabilmek için, bazen zor da olsa kendi benliğimize ayna tutabilmeli ve gördüklerimizin bizi korkutmasına izin vermemeliyiz. Kendimizle yüzleşebilecek, güçsüz taraflarımızı, zaaflarımızı tespit edebilecek kadar cesur olduğumuzda gerçek güce sahip oluruz. Kusurlarımızı reddederek maskelerle yaşamaktansa, zayıf ve kusurlu yanlarımızı kabul ederek kendimize ve tüm insanlara hoşgörülü olmak, mutluluğun sırrıdır. Zayıf yanlarımız üzerinde pozitif çalışmalar yapmak ve güçlü taraflarımıza odaklanarak gerçek potansiyelimizi gerçekleştirmek, hayatı yaşamanın en kolay ve en keyifli yoludur. Karşımıza çıkan insanlar ve sorunlar geliştirmemiz gereken özelliklerimize işaret eder, bu işaretleri takip ederek mutlu ve yeterli insanlar olabiliriz.

04 Eylül, 2011

Ben Aşk Adamıyım

Dolaştığım denizlerce düşünüyorum,
Bineceğim son gemi değil midir?
Hayır sahibi omuzlarda giden tabut,
Herkes gibi teselliye muhtaç olsaydım eğer,
Derdim ki: "Elbet bir ağlayanım olur benim de;
Ramazan geceleri Yasin okuyanım,
Baharda kabrime menekşe getirenim de."

Fakat bütün bunlar olmasa da olur,
Yine tasa etmem,
Yine kırılmam kimseye.
Ben aşk adamıyım,
Sevmeye geldim insanları,
Gönlümle, elimle, kafamla sevmeye;
Hesapsız, karşılıksız,
Ayrılık gayrılık gözetmeden.
Gün gelip gidersem şayet,
Öyle severekten gideceğim ki,
Karanlık kıyılardan bile olsa,
Candan selamlarım,
Civarımdan geçecek gemileri;
Güneşli gemileri;
Şarkılı gemileri;
İçlerinde kendim varmışım gibi!



Cahit Sıtkı TARANCI

11 Haziran, 2011

"Serdar Ortaç-Another Brick In The Wall" Cover'ı ve Seçme Ekşi Sözlük Yorumları

http://www.youtube.com/watch?v=UrdbP-EcP6g

1. Hayaldi gerçek oldu,
2. David Gilmour'dan Serdar Ortaç'a tokat gibi cevap ; "Biz karabiberim söylüyo muyuz lan pezevenk" :)
3. Darkas Kazım kim lan?
4. Buralara buralara buralara... :)
5. Serdar seni çöpe atacağım poşete yazık,
6. hemşo bu da benden: "doktor daktır liv dı kılasrum"
7. Olay bir devlet okulunda geçiyor sanırım :))))
8. Kimse de kalkıp demiyor ki aga bu nedir? :))
9. Who the fuck is Serdar.
10.doktor ne arar la klasrumda hahahhahaha
11.dinledikten sonra planking yapasım gelmiştir.
12.Şimdi elindeki mikrofonu yavaşça yere bırak, :))

08 Haziran, 2011

Bir Dilek Tut

İş hayatı, aile hayatı, sosyal çevre, aşk-meşk, iktidar-muhalefet, diziler derken, gün geçtikçe artan uğraş ve sorumluluklarımızın altında boğulduğumuz şu günlerde kafayı kaldırıp önce kendime sonra çok sayıda insana çok basit bir soru sordum; "Hayattaki En Büyük Hayalin Nedir?"

Bizzat kendimin ve gözlemleyebildiğim kadarıyla yakın çevremdeki herkesin içinde bulunduğu genel bir memnuniyetsizlik halinin sebebini merak ettim aslında. Yaptığımız herşey özünde kendimiz içinken nasıl olurdu da hepimiz birden hayatlarımızdan bukadar şikayetçi olabilirdik. İki satır kitap okumaya bile fırsat bulamazken pardon ama mutlu değilsek biz ne yapıyorduk??

Hayallerinin neresindesin dedim önce kendime,
Biraz yolum var belli ki ekşittim suratımı kendi kendime...
Yine de çok şükür halime,
Ne cevaplar geldi hayaller üzerine...

Hayattan beklentileri değişkenlik gösteren ben, "en azından özlemini duyduğum ya da başka bir deyişle nefesimde eksikliğini hissettiğim mümkün ya da namümkün şeyleri tanımlayabiliyorum" derken, şu üç günlük dünyada (ortalama ömrün 69 yıl olduğu ülkemizde) hayallerinin gerçekleşmesi için emekliliği bekleyen akranlarıma göre şanslı mıydım acaba? Kısa vadeli hedeflerimin olması görece iyi miydi yoksa diğerleri dönemsel hayallerine kavuştukları için ve ben daha bu yaşta hayallerime bu kadar uzak olduğum için çuvallamış mıydım? Bunu anlamak için "para" kısıtını ortadan kaldırmak zorundaydım. İnsanlara sınırsız para ve parayla satın alınabilecek herşeyi verdim, genç yaşta emekli ettim ve tekrar sordum; "Başka?". İşte bu noktada kimilerini yürekten kutladım kimilerine de sınırsız parayla birlikte bol şans dağıttım.

Top yekun ademoğlu olarak çok sığ bir rutinin içine ziplendiğimiz için ve yegane hedefimiz kazandığımız üç kuruşun tüketimini "çocuklarımızla yeriz" diyerekten geleceğe öteleme dürtüsü olduğu için ufku daralan beyinlerimizi kısıtlamadan sınırsızca hayal edebilmek, insanların zihinlerini kısıtlamalarına engel olmak, hayallerini özgür bırakmak istedim. Mesela bayanların evli-mutlu-çocuklu odaklarını, "kuş gibi uçup o namussuz kimle ne yapıyor bakmak istiyorum"a, erkeklerin "tam donanımlı" BMW(!)* rüyalarını ise "dünyanın öbür ucuna (mümkünse Rusya'ya) ışınlanıp bu lanet kadından kurtulmak istiyorum"a dönüştürmeye çalıştım. Gözlemlerimle biraz eğlendim, biraz üzüldüm. Konuşma tonu bile doğuştan detone olan arkadaşlarımın rock şarkıcısı olma hayalleriyle tebessüm ettim; onları hayal ettim. Daha önce hayallerini sorgulamamış arkadaşlarıma ilk defa kendi içlerine dönme şansı verdiğimi gördüğümde, dahası hayallerine çok uzak olduklarını sayemde farkedip radikal kararlar aldıklarında onlar adına çok mutlu da oldum. Ama ağır bir "kendine" geç kalmışlık hissiyle "yeniden doğmak istiyorum" cevabı beni biraz sarstı doğrusu. İnsanoğlu... Herkes geçmişinde bir döneme sünger çekmek ister ama bütününü silip atmak istemek, kutulanıp anadan babadan saklanacak tek bir fotoğrafın, mektubun, tebessümün olmaması ya da varsa da bu kadar kolay gözden çıkarılabilecek kadar değersiz olması bana biraz imkansız geldi. Bu olsa olsa hayattan keyif almayı ve geçmişini kucaklamayı bilmemekti ki acaba yeniden doğmak neyi değiştirirdi?

Ben dahil çevremdeki pek çok insanın zihninin sınırlarını zorlamadığını gördüğüm için, Kuş olup uçmak, at olup koşmak gibi insanın derinliğini ele veren ama ne yazık ki ütopik olan hayalleri bir kenara bırakırsak, pek çok arkadaşım gibi benim de en büyük reel beklentilerimden biri hayatımı başkalarının beklentilerine göre değil de tamamen kendi isteklerim doğrultusunda yaşayabilmektir. Basit gibi görünse de, alt notalarında ne paranın ne pulun ne de sandal ağacının olmadığı bu hayal aslında dünyanın gerçekten en zor işi. İmkanlar dahilinde doğrudan ve sadece kişinin direksiyon hakimiyetiyle alakalı olup, çizgilerin dışına taşmadıkça ve hatalı sollama yapmadıkça insanoğluna en büyük hazzı verecek olan da budur.

O değilde sizce de kendimizi çok yalnız bırakmıyor muyuz? İşten arta kalan oldukça kısıtlı zamanlara sıkıştırıyoruz en sevdiğimiz şeyleri. Sevgilimizin, eşimizin, annemizin babamızın kabullenmesini bekliyoruz hayatımızdaki öncelik sırasının üçüncü belki dördüncü belki daha da geri sıralarında oluşlarını. Ne acı. Daha bakışlarına şuur konmamış bebeklerimizin işten eve geldiğimizde çılgın gülücükler atarak bizi karşılamasının, kısıtlı algılarına rağmen bize duydukları özlem duygusunu hissetmenin, gıdısına burnumuzu sokup derin bir nefes almanın bize verdiği hazzı 1-2 saate sıkıştırmaya mecbur hissediyoruz. İş perdesini nam-ı diğer parayı çiçeği burnunda ilişkilerimizin heyecanını göremeyecek ve hunharca harcayacak kadar indiriyoruz gözlerimizin üstüne. Bir tuvalin, fırçanın, boyanın şövalenin münasip yerlerinde hiç kımıldamadan aylarca yıllarca kalıp tozlanması, mürekkebin defterin sayfalarında değil de kalemin içinde kuruması, üç tarafı denizle çevrili bir ülkede yüzgeçlerin su görmemesi, yelkenlerin "fora" diyemeyip çatı katını boylaması... Hepsi mecburen; mecburiyetten. Biz mi hayatı yaşıyoruz, hayat mı bizi belli değil.

Hayattan beklentilerimizin temelinde para olmasa, hayatın bize para karşılığında koyduğu bu kuralların bu denli tutsağı olmazdık halbuki. Evet parasız olmaz ama ne kadar para istediğimiz hayattan ve sevdiklerimizden ne kadar vazgeçtiğimizin göstergesi. Düşünüyorum da, varlıklı bir ailenin tekne kazıntısı, ailenin tüm varlığının tek varisi, evin prensesi ve aslan burcu, marka tutkunu, lüks düşkünü bendeniz, sevgilimin dünden bugüne artan bir tel beyaz saçını farkedebilmek, "keşke sıkı giyinseydinde hasta olmasaydın" demek yerine üşüdüğünü farkettiğimde ceketini omzuna atabilmek, son günlerde neler yaptın diye sormak yerine her gününün en yakın şahidi olmak, geleceğe eriştiğimizde onun geçmişinin kısa ve öz telefon görüşmelerinin ötesinde somut anılarla perçinlenmiş bir parçası olmak, kısacası "hayatımdaki insan" dediğim kişiyi hayatımda tutma çabası vermek yerine gerçekten hayatında olmak için vazgeçemeyeceğim dönen ya da duran varlık yok.

Ben uyandığımı düşünüyorum,
Belki de yeni açtım hayata gözlerimi,
Anlatmak için uğraşacağım kendimi,
Anlamayanlar yeniden doğup gelsinler emi?

02 Haziran, 2011

Kaybedenler Kulübü'nün En Sevdiğim Karakteri ; MURAT

30-35 yaşlarında, Kaan'ın evine misafir olarak gelmiş ama hiç gitmemiş, sürekli evde kalıp, hiç dışarı çıkmayan çevirmen arkadaşı. Günde bir sayfa çeviri yaptıktan sonra uzun ama çok uzun bir dinlenme molası verip, sabahtan akşama kadar aynı berjerde oturup, televizyon izleyen, çay içen hiçbir şeyi ve kişiyi kafaya takmayan, sakin hatta insanı çıldırtacak kadar sakin ve geniş bir adam. Televizyonun karşısında durmadan pomponlu kukuleta gibi değişik kıyafetler giyiyor.http://www.kaybedenlerkulubufilm.com/

08 Şubat, 2011

Turkish Monetary Policy Credit Positive, Moody’s Says

February 07, 2011, 6:38 AM EST
 
By Steve Bryant
(Updates with Yilmaz comment in third paragraph.)
Feb. 7 (Bloomberg) -- The Turkish central bank’s monetary- policy mix is “credit positive” because it limits speculative capital inflows and narrows the current-account deficit, Moody’s Investors Service said.
The combination of lower interest rates to deter so-called hot-money inflows, and higher reserve requirements to damp demand, is “not without risk but they are likely to be successful,” Sarah Carlson, a senior analyst for Moody’s, said in an e-mailed report today. “The timing of future policy rate increases will be important,” because failure to respond quickly to a pick-up in inflation could damage the bank’s credibility, she said.
Central bank Governor Durmus Yilmaz started the new monetary policy in December, with Deputy Prime Minister Ali Babacan saying it was unique in the world on Jan. 26.
Two months of rate cuts have taken the benchmark one-week repo rate to a record low of 6.25 percent. Yilmaz said the bank is more than compensating for that by forcing banks to deposit more reserves at the central bank and that the total impact of the policy is tighter monetary conditions.
Inflation slowed to a four-decade low of 4.9 percent in January from 6.4 percent the month before. Yilmaz said he expects further falls in the coming months before inflation accelerates again. The bank forecasts year-end consumer-price growth of 5.9 percent.
Moody’s rates Turkish credit Ba2, two notches below investment grade, with a positive outlook.
The economy probably grew about 8 percent last year, driven by domestic demand, Yilmaz said. The deficit in the current account, the widest measure of the balance of trade and services, widened to $44.9 billion, or about 6 percent of gross domestic product, in the 12 months through November.

--Editors: Philip Sanders, Heather Langan
To contact the reporters on this story: Steve Bryant in Ankara at sbryant5@bloomberg.net.
To contact the editor responsible for this story: Andrew J. Barden at barden@bloomberg.net.

T.C.M.B. Dikkat Çeken Para Politikası Kombinasyonu Üzerine Umut Verici Bir Yazı

http://www.businessweek.com/news/2011-02-07/turkish-monetary-policy-credit-positive-moody-s-says.html