Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

23 Mart, 2012

Ankara mı İstanbul mu?_Gurme Nisan 2012


Fenerbahçe ile Galatasaray taraftarlarının arasındaki gibi ezeli bir çekişme vardır bu iki şehrin sakinleri arasında. Ölümüne sever iki tarafta şehirlerini. Biri, herhangi bir konuda içten içe üstünlüğünü kabul edecek gibi olsa diğerinin, asla renk vermez karşı tarafa. Kendine itiraf etmeyi bile yediremez. Saçma buluyorum esasında bu bitmek tükenmek bilmeyen karşılaştırmayı. (Hoş zaten sıkı bir Fener’li olarak Galatasaray’lıları da hiç anlamam ama neyse). Sonuçta “sarışının adı, esmerin tadı” gibi bir şey. İki farklı renk, iki farklı tat. Haliyle zevkleri birbirinden 180 derece farklı iki taraftar kitlesi ortaya çıkıyor. Bir taraf boğazıyla, gezilecek görülecek yerleri, gidilebilecek mekanlarının çeşitliliğiyle övünürken, diğer taraf huzuru, güvenliği ve trafikte dahil daha pek çok konuda düzenli oluşuyla öne çıkmaya çalışıyor.

Üniversitede okurken bir hocam “Dikkat edin, büyük düşünürlerin hemen hepsi denizi olan şehirlerden çıkmıştır” demişti. Ne güzel anlatmış aslında kıyıya vuran bir dalga sesinin düşünmeye nasıl da elverişli bir ortam hazırladığını. Biz küçük düşünürlerin de her canı sıkıldığında kendini sahilde bulmasının sebebi bu değil midir? Özgürce düşünmek, suyun derinliğine dalıp kendi içimize dönmek, bir de üstüne en derininden bir nefes temiz hava çekmek için. Bazen derin bir sessizlikle, bazen de yüzümüzde aptal bir gülümsemeyle gideriz karşısına da hüznümüzü de sevincimizi de en iyi şekilde paylaşır deniz. İşte İstanbul’un en güzel yanı budur bence. Boğazın ışıltısı, çeşit çeşit mekanları, 7/24 dinamizmi, büyüklüğü ve kozmopolitliği de İstanbul’u denizi olan büyük/küçük diğer şehirlerimizden ayıran özelliğidir.

Burada kritik olan nokta içinde barındırdığı onca keşmekeşe yenik düşmeyip İstanbul’u yaşayabilmektir. Işık hızıyla akan zamana, bitmek tükenmek bilmeyen sorumluluklarınızı sığdırıp kendinize bir alan yaratmanız ve bir de mümkünse trafik çilesine karşı kendinizi telkin etmeniz gerekiyor ki İstanbul’un sunduğu güzellikleri yaşayabilesiniz. Beş dakikalık mesafeleri yarım saatte, bazen bir saatte kat edecek olmayı, hafta içleri sosyalleşemeyecek kadar yorgun eve gelmeyi, alınan nefese bile para vermeyi göze almak gerekiyor. Hep enerjik olmak gerekiyor; yorgunluğa yer yok. Üşenmeye başladığınız anda boğazı televizyondan izleyin daha iyi; İstanbul’da yaşamak zulme dönüşür.

Ankara… Benim de Ankara’m. Üniversite yıllarımdan başlayıp iki ay öncesine kadar 11 güzel yılımı geçirdiğim şehir. Kazandığım dostluklarımdan ve anılarımdan sıyrılıp objektif bir yorum yapmam gerekirse kısaca çantanızı çapraz takmanıza gerek olmayan bir şehirdir diyebilirim. Potansiyel gaspçılarla dolu değildir etraf ya da durduk yere park halinde arabanıza zarar vermez hiç kimse. Mesaiye beş dakika kala evden çıkıp işe yetişme olasılığını barındıran bir şehirdir. Tamam, binlerce mekan yoktur belki ve de gece hayatı İstanbul kadar canlı değildir ama orada da komşuculuk ve beraberinde getirdiği samimi paylaşımlar yaygındır. Aslında AVM’ler geç vakitlere kadar açık olsa, bu sorun da çözülecek.

Trafik konusunda eskisi kadar iyimser yaklaşamayacağım. Zira gün geçtikçe Ankara’nın trafiği de en az İstanbul kadar çekilmez olmaya başladı. En uzak iki nokta arasındaki mesafe İstanbul’a görece daha kısa olduğu için genelde daha az zaman talep eder Ankara içi yolculuklar. Ancak son yıllarda, özellikle mesai başlangıç ve bitişlerinde Ankara gerçekten İstanbul’u aratmıyor.

Hem Ankara’da hem de İstanbul’da yaşamış biri olarak şunları söyleyebilirim; Ankara avucunuzun içi gibi bildiğiniz güven ortamınız, İstanbul ise sağı solu belli olmayan, sürprizlerle dolu heyecanınız. İkisinin de kendine özgü üstünlükleri var, bu nedenledir ki bir “üstünlük” tartışması yapmak anlamsız, bu tamamen tercih meselesi. Kimisi elma sever, kimisi armut…



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder